Dr.Banu Taşçı Fresko tarafından, kendisine ait www.banutascifresko.com adlı site üzerinden gerçekleştirilen internet ortamındaki faaliyetler kapsamında çerezler kullanılmaktadır.
Dr Bruce D Perry
Oprah Winfrey
Basım tarihi : 27 Nisan 2021
Flatiron Books
Dr Bruce D Perry, Çocukluk çağı travmaları üzerine uzmanlaşmış bir psikiyatrist ve Nörobilimci. Oprah Winfrey’i ise hepimiz tanıyoruz.
Bu kitapta Oprah’nın yaşamından kesitler, söyleşi yaptığı insanlar ve Dr Perry ile 30 senelik travma mağdurları üzerine çalışmalarının bir özeti..
İyileşme tek cümle ile başlar…
Oprah Winfrey bugün multi milyarder ve çok ünlü birisi. Ama çocukluğu çok zor geçmiş. Annesi evlerde temizlik işçisi, babası ise madenciymiş. Annesi çalışmak için başka şehirlerde yaşadığı için Oprah anneannesi ve demansı olan dedesi ile birlikte yaşamış. Altı yaşına kadar anneannesi ile yaşayan, sonra annesinin yanına giden Oprah, en sonunda 12 yaşında babası ile yaşamaya başlamış.
Kitap Oprah’nın en sert çocukluk anılarından birisi ile başlıyor: Tek ‘suçu’ kuyudan aldığı suyun içerisine parmak daldırmak olan Oprah’yı anneannesinin nasıl dövdüğünü, döverken ‘seni sevdiğim için bunu yapıyorum’ dediğini, ardından da hiçbir şey olmamış gibi kiliseye gitmek için hazırlandığı sırada, anneannesinin sırtına vurdu dallar yüzünden oluşan yaraların kanı elbisesine bulaşınca, anneannesinin hem kızıp hem de alay ettiğini anlatıyor.
Tüm çocukluğu boyunca vurmak/dövmek için kullanılan dalları kendisinin bulması gerektiğini, dallar ince olursa özenle üç dalı birbirine örmesi gerektiğini de sonrasında ekliyor.
Anneannesinin kendisini en küçük nedenlerle ölçüsüz şekilde dövdüğünü, o zamanlar etrafındaki herkesin dayak yediğini anlatan Winfrey, bunu normal bir şey olarak algıladıklarını ve başka türlüsünü düşünemedikleri/bilmediklerini belirtiyor. Dayak yemesi için herhangi bir neden gerekmediğini, anneannesine ters gelen, doğru gelmeyen herhangi bir şey için çok şiddetli dayaklar yiyebildiğini anlatmış Oprah.
Dayak yedikten sonra hiçbir şey olmamış gibi davranması, ve gülümsemeye devam etmesi istenirmiş. Bir süre sonra anneannesinin sesindeki ve bakışındaki minicik değişikliklerden belanın gelmekte olduğunu anlar ama elinden kendini kurtarmak için herhangi bir gelmezmiş.
‘Anneannemle geçirdiğim bu zamanlar; takiben 40 yılda benim hayatımdaki her davranışı, her düşünceyi, her kararı etkileyecek bir zaman oluşturdu: ben herkesi memnun eden/ etmeye çalışan bir kişi oldum. Sınırları çizemedim. Hayır diyemedim. Erken dönem travmaların benim karakterimi belirledi’ diye sözlerine devam ediyor.
Çocukken fiziksel, sözel ve/veya cinsel şiddet görmek çocuğa şu mesajı veriyor: Senin ve hayatının hiçbir değeri yok! Sen değersizsin ve işe yaramazsın!
Dünya üzerinde maalesef her gün milyonlarca çocuk bu durumda yaşıyor ve baş etmeye çalışıyor.
Yaşanan bu travmalar sadece duygusal olarak yaralamakla kalmıyor,
bedende ve beyinde değişikliklere neden oluyor.
Öte yandan da beyin bu zorluklarla yaşamanın bir yolunu bulup
başına gelenler sayesinde mukavemet sahibi oluyor.
Yaşadıklarımız bizi biz yapan, davranışlarımıza yön veren, bazı şeyleri neden ve nasıl yaptığımızın anahtarı.
Bu kitap iyileşme, travma sonrası gelişme/büyümeyi ve mukavemeti anlatıyor.
Karşımızdakileri ‘Senin neyin var demektense; Sana ne oldu? Başına ne geldi de böyle oldu?’ diye sormak lazım diyerek sözlerini tamamlıyor yazarlar.
Dünyaya her gün gelen binlerce bebekten, kimisi ailesi tarafından mutlulukla karşılanırken kimisi de istenmeyen bebekler oluyor. Doğumu takiben büyür, gelişir ve dünyaya anlam vermeye çalışırken; ilk kişiler arası ilişkilerimiz ile kişiliğimiz ve beynimiz gelişiyor ve oturuyor.
Hayat devam ederken edilen tüm tecrübeler daha öncekiler ışığında ediniliyor: bir meşe palamudu nasıl ki koca bir ağacı bünyesinde barındırıyorsa bir ağacı anlamak için o meşe palamudu ne kadar geri dönmek gerekiyor.
Bir insanın davranışlarını belirleyen şey beyinleri ve beyinlerinin nasıl oluştuğu. Yaşanan travmalar genellikle beynin en derinliklerinde, bilinçdışı alanlarda saklanıyor. Günlük hayatın içinde, saniyelik hatta saliselik anlarda ortaya çıkıp, kendilerini gösterip, sonra yeniden kendi karanlıklarına geri dönüyorlar.
Beyni tabanı altta, sivri kısmı yukarıda üçgen gibi düşünürseniz; en tepede /en az yer kaplayan) bilincimiz, düşüncelerimiz, kararlarımız, muhakeme yeteneği, konuşma/dil becerisi, inançları içeren ve onlara yön veren beynin en üst tabakası korteksimiz var.
Alta doğru üç kat daha var ve en altta ve en çok yer kaplayan beyin tabakası ise bizim sürüngen beynimiz yer alıyor. Her ikisinin ortasında da orta beyin ve duygusal beynimiz var. Beyin korteksinin altındaki tüm beyin bölgeleri düşüncelerimiz ve irademizin dışında çalışıyor/işliyor ve bizim hayatta kalmamız için gerekli fonksiyonları idame ettiriyorlar.
Beyin korteksimiz geçmişle geleceği ayırt edebiliyor; diğer beyin bölgelerinde böyle bir özellik yok; geçmişle bugünü ve geleceği ayırt edemiyorlar. Zaman mevhumları olmadığı için geçmişte yaşanan şeyleri şu anda yaşanıyor zannediyorlar. Tüm duyusal veriler en tepeye varmadan ilkel beyin bölgelerinden geçerek son noktaya, kortekse ulaşıyor.
Tetikleyici uyaranlara anında travma yanıtı verilmesi bu yüzden: beynin soğukkanlı, aklı başında kısımlarına daha veriler ulaşamadan ilkel beyin kıyameti koparıyor. Beyin sapından stres yanıtı ortaya çıkması, daha gelişmiş beyin bölgelerini devre dışına da kalmasına da neden olduğu için beyin gerçekten travmanın o anda olduğunu zannediyor.
Tüm tecrübelerimiz beynimizi şekillendiriyor ve hepimiz dünyayı farklı gözlerle görüyor veya değerlendiriyoruz. Erken çocuklukta beyin çok hızlı büyüdüğü/geliştiği ve yeni yolaklar, yeni bağlantılar daha çok yapıldığı için, erken çocukluk deneyimleri bizi ve beynimizi daha çok etkiliyor, daha çok şekillendiriyor.
Konuşma yeteneği gelişmeden yaşanan travmalar daha çok etki/iz bırakıyor beyinlerde. Konuşmaya başlayınca da bu olayları tarif etmek eya anlamlandırmak mümkün olmuyor.
Hatıralar/anılar kaydedilirken çoğunlukla orta beyinde; ses koku görüntü bağlantıları sağlanarak kaydediliyor ve bunların çoğu bilinç düzeyinde algılanmıyor. Şiddet gören veya şiddet olan bir ortamda yaşayan bir çocuk kendisine şiddet uygulayan kişinin sesi, kokusu, saçının rengi gibi herhangi bir özelliği ile şiddeti ve konuyu bağdaştırıyor. ‘O’ özelliği her duyduğunda/gördüğünde/kokladığında şiddet görmemesine rağmen şiddet görüyormuşçasına korku duyuyor, travma/stres yanıtı ortaya çıkıyor.
Erken çocuklukta travma/şiddet yaşamış kimseler genellikle kendilerini ifade edemez ve sınır koyamazlar. Erken bebeklikte kurulan beyin bağlantıları çok güçlüler ve erişkinlikte pek çok davranışın altyapısını oluşturur.
Size bugün ne olduğunu anlamak için sorulması gereken en doğru soru ‘sana çocukken ne oldu ve ne yaşadın?’ diye sormak…
Uzun süre stres çeken insanlarda sinir sisteminde oluşan değişiklikler sonucu pek çok hastalık ortaya çıkıyor. Bebek anne karnında annenin hareketleri ve kalp atışının birleşiminden oluşan belli bir ritim içinde yaşar. Erişkin ve sağlıklı bir insanın kalbi 60-80 atım dakika olduğu için bu ritim insanların pek çoğunda sakinleşmeye sağlar. Etrafımızdakiler sakinse biz de sakinleriz, biz sakin değilsek etrafın sükûnetini de bozarız. Sinir sisteminin düzenli/regüle olması, aslında dengede olması demektir.
Tüm beden ve sinir sistemimiz dengede olduğunda kendimizi hem iyi hissederiz hem de sağlıklı oluruz.
Bebekler küçükken ağladıklarında, acıktıklarında, karınları ağrıdığında veya altlarını kirlettiklerinde, eğer sakin ve sevecen bir yetişkin tarafından ilgi görürlerse, sinir sistemlerini kolaylıkla düzenleyebilir hale gelirler.
Ancak sıkıntıları olduğunda, bakan yetişkinler şiddet gösterirse veya ihtiyaçları uygunsuz bir şekilde karşılanırsa, sinir sistemlerini regüle etmeyi öğrenemezler.
Kendini bebekken düzenlemeyi öğrenen bebeklerin sinir sistemleri bu sağlam temel üzerinde gelişir, ve bu bebekler erişkinliklerinde sıkıntılı zamanlarda sorunlarına yapıcı çözümler bulurlar. Düzenlemeyi öğrenemeyenler ise yemek, alkol, madde gibi dış faktörlerle kendilerini sakinleştirmeye çalışırlar.
Bir bebeğe bakan kişi sevecen ve ilgili ise, bebeğin ihtiyaçlarını görebiliyor, duygularına cevap verebiliyorsa; bebeğin beyni gelişirken kişiler arası ilişkilerin güvenli olduğu fikri yerleşir. Tam tersine şiddet varsa, bebek, erişkinliğinde insanlarla ilişki kurmakta zorlanır, kurduğu ilişkileri sürdüremez. Etrafın güvenli olduğunu düşündüğümüzde biz de etrafınıza karşı olumlu ve yapıcı davranırız; bu nedenle bebekken sinir sistemine düzenlemeyi öğrenebilmiş ve insanlardan korkmayan kişiler çok daha sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilirler.
Bebeklikte uygun şekilde sakinleştiremeyen veya bakımları yapılmayan bebeklerin sinir sistemleri devamlı aktive olarak kalır ve diş regüle yani düzenini kaybetmiş haldedir. Çok küçük çocuklara travma karşısında kaçamaz ve kavga edemezse donma/disosiasyon yanıtı gösteriler: kendi içlerine döner, etrafla ilişkilerini keserler.
Bunun erişkinlikteki uzantısı
kavga veya problem çıkmasın diye
kendini ifade edememek,
kendi fikrini söyleyememek,
herkesi memnun etmeye çalışmak
ve sıkıntı çekmek pahasına hayır diyememektir.
Travma geçirmiş kimselerin dengeyi sağlamaları ve bulmaları neredeyse imkansıza yakındır; bu nedenle özellikle erken çocukluk döneminde travma yaşamış kimseler devamlı anksiyete, tedirginlik ve iç huzursuzluğu yaşarlar. Büyürken eğer evde tutarsızlık ve şiddet varsa artık bu şiddetin ne zaman geleceği öngörülemiyorsa, çocuklarda stres yanıtı devamlı olarak aktif halde kalır. Evdekiler stresli olunca hiçbir şey olmasa bile yaydıkları stres nedeniyle çocuklar stresli olurlar. Bu çocuklar erişkinliklerinde kendilerini rahatlatamazlar. Madde, alkol veya abur cubur ile rahatlayabilir ve içlerindeki rahat vermeyen sesi birazcık susturabilirler.
Bir yeteneği geliştirmek için beyninizi aktif olarak kullanmamız gerekir. Piyano çalanları seyrederek değil ancak tuşlara dokunarak piyano çalmayı öğrenebiliriz. Eğer bebekken düzgün ve tutarlı bir şekilde sevilmediyseniz, sevgi ve ilişki kurma yeteneğinizi de geliştiremez veya uygunsuz bir şekilde geliştirirsiniz.
Bir insan olarak yaptıklarımızın, söylediklerimizin, ve kim olduğumuzun fark edilmesini isteriz. Herkes kabul edilmek ve onaylanmak ister. Çocukluğumda yeteri kadar/uygun sevgi görmemek bunun temelinde yatan durumdur. Duygusal, sosyal ve fiziksel olarak başkaları ile bağlantıda olmazsak hayatta kalamayız.
Sevilirseniz sevilebilir ve sevebilir insanlar olursunuz.
Size bakanların sizi nasıl sevdiği hem beyninizin nasıl geliştiğini, hem de kişiler arası ilişkilerinizi ve bu ilişkilerdeki davranış şekillerinizi belirler. Bu aynı bir evin temellerini atmaya ardından içten dışa yavaş yavaş duvarları, boruları, elektrik tesisatını döşemeye sonra da iç dekorasyon yapmaya benzer. İlk gelişen evin temeli gibi yolaklar/bölgeler ilkel beynimizdedir. Muhakeme yapabilen geçmişle geleceği birbirinden ayırabilen bölgeler, iç dekorasyon gibi en son olarak gelişirler. Evin temelleri sağlamsa, beyin kendini düzenlemeyi öğrendiyse üstüne eklenen unsurlar da sağlıklı olur. Bu nedenle annenin hamileliğinden itibaren ilk iki yaşta yaşadıklarınız ve size bakanların davranışları sizin gelecekteki davranışlarınızı ve ilişkilerinizin ve ilişkilerinizin sağlığını belirlerler.
Travma geçiren insanlar bir şeyin yolunda gitmediğini bilir, ama problemin ne olduğunu adlandıramaz /bulamaz/ dile getiremezler. Bu insanlar duygularından korkar ve hissetmemek için kendini bir şeylere kaptırır: çok çalışmak, aşırı spor yapmak, devamlı yemek yemek, alkol almak, madde kullanmak gibi.
Pek çok insan çocukluk çağı travmaları ile erişkinlikte karar alma şekillerini ne kadar hatta direkt ilişkili olduğunu bilmez/fark etmezler. Yukarıda da söylendiği gibi isimlendiremedikleri bu ‘hal’ ile başa çıkabilmek için çeşitli bağımlılıklar geliştirirler.
Verilen yanlış kararlar, uygunsuz davranışlar, bağımlılıklar, kontrol edilemeyen öfke, kaygı bozukluğu, depresyon, yeme içme bozuklukları, kilo sorunlarının altında yatan neden çoğunlukla travmalardır. Mal varlığımız ve başarılarımızı görmez, kendimizi eksik, başarısız ve yetersiz hissederiz. Travmalarımızla yüzleşmediğimiz sürece de bu durum devam eder.
İyileşme adım adım, an ve an gerçekleşir, ama eninde sonunda gerçekleşir. 18 yaşın altındaki çocukların yarısından fazlası bir şekilde travma yaşamakta, pek çoğu birden fazla travmaya maruz kalmaktadır.
Travmalar sizin, beyniniz ve sinir sisteminiz üzerinizde kalıcı izler bırakan tüm olaylar/yaşanmışlıklardır.
Bu iz bırakan olayların şiddeti/çeşidi/bıraktığı izin boyutu kişinin o anki yaşına sosyal destek görüp görmemesine, ebeveynin ilgisi gibi pek çok nedenle değişebilir. Aynı olaylar farklı kişileri farklı şekilde etkilerler.
Bazı insanlarda sadece stres yanıt ortaya çıkaran olaylar diğerlerinde travma yanıt oluşturur.
Travmaların nedenleri her zaman fiziksel veya cinsel şiddet değildir. Devamlı eleştirmek yok sayılmak veya din/ırk /cinsiyet tercihi gibi nedenlerle alay edilip/dışlanmak da birer travmadır.
Bebeklik ve çocukluk da başımıza gelenler, erişkinlikteki ruhsal ve fiziksel sağlığınızın en önemli belirleyicilerdir. Depresyon, kaygı bozukluğu, psikozlar gibi ruhsal hastalıklar ile birlikte tansiyon veya kalp hastalığı gibi pek çok kronik hastalığın riski artar.
Travma yaşayan ama sağlıklı sosyal ilişkilere sahip olan kimseler de veya en az bir sağlıklı yetişkin hayatında olan kimseler de travmanın etkisi daha az olur daha az zarar verir daha az iz bırakır.
2 yaşından, özellikle de iki aydan önce yaşanan çocukluk çağı travmalarınetkisi, sonra ki travmalardan çok daha derin ve kalıcı iz bırakır ve erişkinlikte sizleri etkilemeye devam eder.
Travmaların bir kısmı genleriniz aracılığıyla da sizi etkileyebilir. Nasıl ki fiziksel özelliklerinizi ebeveynlerinizden gelen genler aracılığıyla alıyorsanız, duygu ve düşünce faktörleri, davranış şekilleri kaygı bozukluğu veya depresyona eğilim gibi pek çok özelliği de anne babanızdan veya daha önceki büyük anne büyük babalarınızdan genlerle size geçebilir. Travma yanıtının bir kısmı da yumurta veya spermdeki genetik ifadeleri değiştirerek nesiller boyu travmanın aktarılmasına neden olabilir. Epigenetik değişiklikler genlerinizde herhangi bir değişiklik olmadan, gel ifadesinde değişiklik olmasıdır. Travmaların etkileri nesilden nesile epigenetik değişiklikler ile aktarılmaktadır.
Pek çok davranış/düşünce/ inanış şekillerini de görerek/duyarak/yaşayarak ebeveynlerimizden alırız. Büyüklerimizin geliştirdiği yetenek/öğretilerin üzerine daha fazla koyarak sosyal kültürel olarak da evriliriz. Okumayı öğrendiğiniz gibi pek çok duyguyu ve düşünceyi de öğrenebiliriz.
Yapılan şiddet kadar verilmeyen sevgi, dikkat, şefkat de oluşturdukları eksiklik nedeniyle ihmal travmasına neden olurlar. İhmal, en çok beynin en hızlı geliştiği çağda bebekleri etkileyerek, çocuğun var olan pek çok genetik potansiyelini gerçekleştirememesine neden olur. Bebeğin beyninin gelişimi için elzem olan stimülanlar verilmeyince, çocuklar mümkün olandan çok daha vasat bir gelişim gösterirler.
Bir çocuk ne kadar uzun süreli ihmale uğrarsa, o kadar çok alanda gelişimi etkilenir. Erişkinliklerinde kronik hastalıklara sahip olma, işsiz kalma ve ilişki problemi yaşama olasılıkları artar. Beynin gelişim çağında bazı anahtar özellikler gelişim şans gelişme şansı bulamazsa, altı yaşından sonra gelişemezler.
En önemli ihmal şekli tutarlılığı olmayan ebeveynliktir. Bir gün bebek ağladığında aşırı sevgi/şefkat gösterip, diğer günler hiç ilgi göstermemek veya şiddet göstermek gibi bir tutarsızlık bebeği önemli ölçüde etkiler. Bu kaos ve tutarsızlıklar, bebeğin sinir sisteminin kendisini regüle edememesine neden olur. Gelişen özellikler/yolaklar/beyin yapıları da aynı gösterilen ilgi gibi parçalı ve kaotik olur.
Evin içinde görülmemek, duyulmamak da önemli bir duygusal ihmal nedenidir. Aileniz size en başından değer vermezse, size önemli olduğunuzu, bir birey olduğunuzu hissettiremezse, bunu gelecek yıllarda yerine koymanız oldukça güçtür. Duygusal ihmalin bir sonucu da devamlı sevgi isteyen ama sevgiyi elde ettiğinde onunla nasıl başa çıkacağını bilemeyen erişkinliğe zemin hazırlamasıdır.
Eğer yeterince sevilmediyseniz, siz de yeteri kadar sevemezsiniz. Size uygun şekilde sevgi ve şefkat gösterilmediyse, siz de erişkinlikte karşınızdakine gösteremezsiniz.
Bir bebeğe ilgi gösterilmediğinde bebekte stres bulguların ortaya çıkması 1 dakikanın altındaki sürelerde gerçekleşir. Bu bulgulara (huzursuzluk, tutunma, ağlama) rağmen, ebeveyn ilgisiz kalmaya devam ederse, bebek de vazgeçer ve içine kapanır. Erişkinlikte de bu bebekler her zaman kendilerini yetersiz hisseder ve streste içlerine dönerler/disosiyatif olurlar. Bu durum özellikle kaçamayacakları veya kavga edemeyecekleri zamanlarda gerçekleşir. Bu disosiasyon hali uzadıkça/sıklaştıkça disosiyatif bozukluk ortaya çıkabilir. Özellikle cinsel taciz/fiziksel şiddet gibi kaçılamayacak durumlardan sonra bu durum sık olarak görülür.
Çocuklar ne yapıp edip kendilerini sakinleştirecek bir yöntem bulurlar. Regülasyonu bozuk kişiler kendilerini kestiğinde endorfin salınımı olduğu için kendine zarar verme/kesme/kanatma sonrası hastalar kendilerini kısa süreli de olsa daha iyi hissederler. Salınan endorfinler sinir sistemini sakinleştirir, ve kişinin canının yanmamasını da sağlar. Vücutta olan yaraların kabuklarını yolmak, cildi kaşıyarak kanatmak, böcek ısırıklarını kaşıyarak kanatmak, başını duvarlara vurmak, saç tellerini yolmak, kirpik veya kaşlarını yolmakta yine kısa süreli endorfin salgılanmasını sağlayarak kişileri rahatlatır ve kendilerini regüle etmesini sağlar. Çok yemek yemek sonrası kusmak da endorfin salınımına neden olduğu için çocuklukta travmaya uğramış kişilerde yeme içme bozukluğu ve kendini zorla koşturma sık görülen bir durumdur. Travma sonrası psikoterapinin amacı geçmişten kurtulmak değildir. Terapi ile amaç beyninizde yeni yolaklar, yeni ilişkilendirmeler yaparak/oluşturarak zaman içerisinde çok daha sağlıklı bir beyine sahip olmanızdır.
Dışarıdan hiçbir şey görülmese de travmalar sizi ve beyninizi değiştirir. Bu dışarıdan görülmeyen şeyler sizi ileride kronik hastalıklara yakalanma riskinizi arttırır. Beyindeki oluşan değişiklikler her zaman bir MR görüntüleme veya yöntemlerle anlaşılamayabilir ancak dikkat dağınıklığı, impulsivite, dil/ konuşma problemleri, ince motor yetenek kaybı, depresyon ve kaygı bozukluğu, öğrenme güçlüğü ve/veya sağlıklı ilişkiler kuramama gibi bir takım fonksiyonel bulguların varlığında bu değişikliklerin oluştuğu kanaatine varabilir, beynindeki değişikliklerin etkilerini görebiliriz.
Stresle baş etme kapasitesi, travma öncesi hale dönme ve mukavemet gibi özellikler de değişiklik gösterebilir, beyni olumlu yönde değiştirebilir.
Bebekler ve çocuklar her yeni minik streste yeterince şefkat ve ilgi altında mukavemet geliştirirler. Yeni kişiler, yeni sınıflar, yeni öğretmenler, yarışmalar, sunumlar hepsi mukavemete katkıda bulunurlar. Bir bebek için tüm bunların temeli kendisine bakan kişi ile olan istikrarlı, şefkat ve ilgi dolu ilişkidir. Her şey bu ilişkinin üzerine inşa edilir. Küçük/büyük başarıların gelişmelerin görülmesi ve duyulması da çocuğun motivasyonunu arttırır, ilerlemesini sağlar.
Travmaya uğramış çocuklar kendilerini düzenleyemedikleri için düşünmeden hareket eder, sakinleyemez, sizi dinlemez. Çocukların söylediklerini tekrarlamak, yürüyüş yapmak, çizim yapmak, ritim tutmak, dans etmek onları sakinleşmesine yardımcı olur.
Bugün hoşlanmadığımız veya keşke böyle yapmasam dediğiniz tüm davranışlarımızın arkasında geçmişiniz ve size yapılanlar vardır. Bu ilişkiyi görebilmek ve geçmişte bırakıp yolumuza devam etmek cesaret gerektirir. İyileşme böyle başlar.
Çocukların okul problemlerinin pek çoğunun altında, bebeklikte geçirdikleri travmalar sonrasında sinir sistemlerinde oluşan değişiklikler yatmaktadır. Etraftaki yetişkinler bu durumu anlamayınca çocuk kendini değersiz ve aptal hisseder, içine kapanır ya da taşkınlık yaramazlık yapar. Travmatik insanlar genellikle fark etmeden uyaranlarla tetiklenip istemedikleri davranışlar sergilerler, erişkinler aniden parlar öfkelenir veya kendilerini kaybederler. Travmalar beynin pek çok bölgesini etkilediği için tedavi sadece ilaçla veya konuşarak değil, bedensel öğeler de içermelidir.
Beynimiz, bebeklik ve çocukluğumuzda bizi yetiştiren insanlardan farklı insanlarla karşılaştığın zaman beyin bundan bu bilinmeyen durumdan hoşlanmaz ve stres yanıtı ortaya çıkar. Beynimiz bu yüzden bizi önyargılı yapar, gruplaştırır, yeniliklere kapalı yapar. Çocuklar pek çok şeyi kendilerini yetiştiren büyüklerin sözlerinden/ öğretilerinden değil yaptıklarından/eylemlerinden öğrenirler. Beyin fabrika ayarları yüzünden her zaman önyargılı olmaya meyilliyizdir. Bu nedenle bizi yetiştirenlerden farklı insanlarla karşılaştığımız zaman ilk tepkimiz olumsuz olur, bu kişi/kişileri tehlike olarak algılarız. Ya bize bir şey olursa ya bize zarar verirse diye düşünüp savunma kalkanlarını kaldırırız.
Bebekliğinde ihtiyaçları karşılanan sevgi ve şefkatle büyüyen yetişkinler, fikirlerine ters bir görüşte karşılaştıkları zaman hemen hiddetlenip tartışmaya başlamaz, kendini kaybetmeden karşısındakini sonuna kadar dinleyip fikirlerini sakince ifade edebilir ve her zaman da haklı olma kaygısı taşımaz. Aile içi veya arkadaşları arasında şiddet içermeyen tartışmalar ve anlaşmazlıklar uzun vadede mukavemeti arttırırlar. Bu yetişkinler tartışmalara girmekten devam ettirmekten korkmaz, kaçınmaz, tartışmaları soğukkanlılıkla aklı selim içinde devam ettirebilirler.
Modern hayatın koşturması, teknolojinin bize getirdikleri ve götürdükleri, yediklerimiz hepsi beynimizde etkiler ve günümüzde pek çok insanda insanın devamlı stres yanıtı içinde olmasına neden olur. Aile içi ilişkilerin bozulması, geniş aile ile daha az görüşme, giderek daha az insanla arkadaşlık etmemiz hepsi beynimizde iletişim açlığına neden olarak stresimizin artmasına ve daha depresif ve kaygılı olmamıza neden olur. Etrafımızda bu tür karşılıklı ilişkiler olmayınca, özellikle çocuklarda beynin ilişki kurma üzerine olan bölümleri gelişemez ve bu çocuklar sosyal olarak ve ikili ilişkilerde bocalar çünkü bu dil bilmedikleri bir dildir.
Alamadığımız bir şeyi veremezsiniz.
Kimse sizi anlayarak aklı selim içinde sizinle tartışmamışsa siz de tartışamazsınız.
Sevilirseniz sevebilir insanlar olursunuz.
Son Pandemi ve akıllı telefonlar ve sosyal medya tüm bu durumları çok daha ağırlaştırmış özellikle çocukları çok daha fazla etkilemiştir. Çocuklarda depresyon ve kaygı bozukluğu yeme içme bozkurtları rakamları hızla artmaktadır.
Herkesin acıları birbirine benzer.
Olumsuz bile olsa beynimiz kendisine tanıdık paternleri/kişileri/davranışları arayıp bulur. Travmaya uğramış kimseler, zamanında travma ile başa çıkabilmek için geliştirdikleri bu uygunsuz davranışları tekrarlama eğiliminde olurlar. İyileşme bu uyumsuz davranış şekillerini görmemiz ile başlar.
Beyin nasıl ilkel beyinden başlayarak basamak basamak gelişiyorsa, iyileşme de önce ilkel beyinden/erken bebeklikten başlayarak gerçekleşir.
Başınıza ne gelmiş olursa olsun iyileşmek mümkün, hayatınızın öyküsünü yeni kelimeler ve cümleler ile yazmanız mümkün.
Acılar baki olacak. Geçmişin yaraları kapanmadıkça kanamaya devam edecek. Ve bağımlılıklar sürecek.
Günümüz ve geleceğimizi anlayabilmek ve şekillendirebilmek ancak geçmişin yaralarını görüp iyileştirmekle mümkün olacak.
Size travma yaşatanların da travma yaşadığını ve ellerinden gelenin en iyisini yaptığını unutmayın.
Affetmek; geçmişin başka türlü olabileceği ümidi ve fikrinden vazgeçmektir.
Geçmişin acılarına tutunarak, başka şekilde olsaydı keşke diyerek yol almamız mümkün değil. Önce kendinizi ardından size kötülük yapanları affedin. Geçmişinizi geride bırakın, dışarı adım atın; geleceğinizin yolunda yürümeye başlayın.
Bazen gerçekleri görebilmek için acı gereklidir ama gerçekleri hayatta tutmak için acıları hayatta tutmamız gerekmiyor. Başınıza gelen her şey aslında sizi güçlü kılan, güç veren şeydir: gücün ta kendisidir.
Travmamalar ve migren ve fibromiyalji arasındaki ilişki üzerine daha fazla bilgiyi kitabım Beynini Doğru Besle’de ve web sitemdeki yazılarda bulabilirsiniz.
Dr.Banu Taşçı Fresko tarafından, kendisine ait www.banutascifresko.com adlı site üzerinden gerçekleştirilen internet ortamındaki faaliyetler kapsamında çerezler kullanılmaktadır.
Çerez ayarları tercihlerinizi kaydedebilmemiz için kesinlikle gerekli çerezler her zaman etkin olmalıdır.
Bu çerezi devre dışı bırakırsanız, tercihlerinizi kaydedemeyiz. Bu da, bu web sitesini her ziyaret ettiğinizde çerezleri tekrar etkinleştirmeniz veya devre dışı bırakmanız gerekeceği anlamına gelir.